Kimileri erken gider. Ardına bakmadan, kalanı düşünmeden, ayak izlerini silerek ortadan kaybolur. Dönmeyeceğini ezberletir. Ezberini dişlerinin arasında gezdirir kalan. Nefesini sorgular, göz kapaklarını yoklar. Her sabah yarım kalan sevinçlerin külleriyle eğlenen güneşi suçlar. Ayaklarından tutan çaresizliğiyle kafa kafaya gelince anlar bir nefese yenildiğini. Ezber ettiği ölümün kokusu doldurur kursağını. Sıralanır birbiri ardınca keder. Gece olur ve eşitlenir bütün renkler. Eşitlenmediği, düş ve gerçeğin aynı renge boyandığı da olur.
Karanlık odada baş ucundaki komodinin üzerinde duran mektuba baktı. Odayı kaplayan kasvetli hava kemiklerini sıkmış, zaman dört duvar arasında ufalanmıştı. Rengiyle oyalandığı duvarlara gözleriyle şekiller çizdi. Bir hayalin içinde sırrını saklayacak kuytu bir köşe ararcasına hayretle baktı her dönüşünde. Tekrar aynı yöne döndüğündeyse çizdiklerinin yok olmasına sevinirken mektubun hâlâ oracıkta durmasını aklı almadı. Böyle bir kararlılığı ilk defa görmüştü. Oysa bildiği her şey bir göz kırpmayla değişiverirdi. Bu ürküten kuvvet, karanlıkta ensesine üflenmiş nefes kadar sıcaktı ve kötü kokuluydu. Görünmeyen silüetiyle gözdağı verişine de içerledi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi gece, beynindeki düşünceleri avuçlarının arasında korkunç bir sesle öğütmüştü.
Dışarıda, içeride olup bitenden habersiz bir âlem vardı. Kendinden kaçmak için bahaneler aradı. Gün soluğu perdelerin arasından yanıp sönen yıldızların ışıltısına takılan gözleriyle ay ışığının peşinden koşmaya başladı sonra. Ağaçların kıpırtısız duruşuna, çekirgelerin ısrarcı ritmine, dereden gelen suyun çağıltısına aldırmadan koştu. Ayaklarının altından kayıp giden toprak bastığı yerleri ardı sıra tazelemiş, izler kaybolmuştu. Ardına bakmadan koştu zifiri karanlığın ıpıssız kucağına doğru. Saklanmanın bir yolunu bulmuştu nihayet. Üstelik göz gözü görmüyordu. Her şey gölgesiz ve ilk hâlindeydi. Anne karnındaki o güvenli karanlığı hissettiği bu yerde belki de ömrünün sonuna dek kalabilirdi. Bir rüzgâr esti sonra, perdeler hareketlendi. Gözelerini kırptığındaysa bütün görüntüler silindi. Karanlık da silindi. Tan yeri ağarırken soluğunu tuttu. Sol yanına döndü. Mektup yine oradaydı. Yataktan kalktı. Derin bir nefes aldı. Dünyaya geldiğinde ciğerlerine hücum eden o yakıcı nefese ne çok benziyordu. İçinde ve dışında ne varsa yandığını, topuklarından saç uçlarına kadar tutuştuğunu hissetti. Kaskatı kesilmiş, hareket etmekte zorlanmıştı.
Bir mektup buldu Leyla. Üzerine sadece tarih yazılmış, adres bilgisi olmayan, sahipsiz bir mektup. Sesiyle boşluğa sataşan, hastalığı gün geçtikçe artan, köprücük kemiği sızlayan, şakaklarında beyaz teller uçuşan, güvelerin dişlediği, yanık kokusuyla burnu sızlatan, gece ve gündüzleri masallardan öğrenmiş, yağmurun gölgesinde dinlenmiş, ay ve güneşin ahitleştiği, yirmi yerinden yaralanmış, ömrü hep aynı közde tütsülenmiş bir mektup.
Herkes korkar böyle mektuplardan. Sahiplenmek istemez kimse. Hele ki kapatılmamışsa. O aralıktan eline neler bulaşacağını kestiremezsin. Bir kere bulaştı mı kazıyamazsın. Okumasan seni takip eder. Evde, bahçede, yolda, hatta uykuda bile o yapıştırılmamış aralıktan bulanı izler. Yemeğinden çıkar, suyuna düşer, ciğerlerine iner her nefeste. Sen pes edene kadar zihnin bu hayalet istilasında yağmalanır. Eskisi gibi değildir hiçbir şey.
Öyle ya, hangi mektuptan sonra aynı kalır ki hayatlar? Çaresiz, bulanın elinde kalır o mektup. Derin bir nefes alıp parmaklarının ucunda yürürsün kelimelerin arasına.
Sabah gözlerini açtığınca aklına annesinin eski ahşap sandığında sakladığı, kabartmalı kutunun içindeki kırmızı kadife kumaşa sarılmış hâlde bulduğu mektup geldi. Sol yanına döndü ve akşam bıraktığı komodinin üzerinden alıp mektubu cebine koydu. Okula giderken mektubu kaybetmemek için elini sürekli cebine götürdü. Acaba kime yazılmış, en önemlisi de kim yazmıştı? Derste öğretmenin anlattığı her kelimeden bir anlam çıkartıp mektupla ilgili bilgiler bulmaya çalıştı. Sadece kelimeler arasından değil sınıf arkadaşlarının, yolda gördüğü insanların yüzlerine daha bir dikkatle bakıyor incecik bir aralık bulup mektubun içine sızmak istiyordu. Sınıfta ağlayan bir arkadaşını görünce mektubun üzerinin ıslandığını fark etti. Mektubun kenarından sızan kırmızı mürekkep izlerinde parmaklarını gezdirirken birden ateşi bilmeyen bir bebeğin cesaretiyle elini mektubun içinde buldu.
Leyla’ya…
Mektubun üzerinde yazan başlığı okuduğunda içindekilerin kendine yazılmış olduğunu düşündü. Göğsünde ansızın beliren heyecanı daha fazla kontrol edememekten korktu. Öğle yemeğinden arta kalan vakitte mektubu açtığındaysa okuduğu ilk iki cümleden sonra mektubun kendisine yazılmadığını anladı.