Ömer Seyfettin’i Okumak İçin 10 Sebep

1. Balıkesir Gönen’de başlayan hayat yolculuğu henüz 36 yaşındayken İstanbul’da son bulan Ömer Seyfettin Türk hikâyesinin kurucu isimlerinden biridir. Olay hikâyesi dediğimiz tür, onunla birlikte Türk edebiyatında hayat bulmuştur. Ömrünün büyük bir çoğunluğu savaş meydanında, at sırtında geçen Ömer Seyfettin’in tüm bu sıkıntılara, badirelere rağmen bu kadar velut bir yazar olması beni hep şaşırtmıştır. Geride bıraktığı büyük bir külliyat oluşturan hikâyeleri ve düzyazıları onun her gün sayfalarca yazdığını, yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmediğini gösteriyor.

2. Hikâyeleri ile bilinse de Ömer Seyfettin’in şairlik yönü de es geçilmemelidir. İlk gençlik dönemi şiirlerinde hem yaşının hem de dönemin etkisiyle daha duygusal şiirler kaleme aldı. Sonraları ise memleketçi bir üslup benimsedi. Sade bir dille âşık olduğu bu vatan toprağını ünledi. “Ak, boğulsun kaçan, acıma ona / İster misin yurda baykuşlar kona? / Geçmek lazım ise yok mudur Tuna? / Geriye bırakma ah Kızılırmak!”

3. Yazın hayatına şiirle başlamış olsa da bu türde ısrar etmeyip hikâyede karar kıldı. İlk hikâyelerini dilimize önceden yerleşmiş olan Arapça ve Farsça terkiplerle yazdı. Hikâyeleri âdeta imgeler deryası diyebileceğimiz bir evren üzerinde kurulmuştu. Bu tutumun dönem itibarıyla yadırganmamasının ana sebebi yazarın kalemidir hiç şüphesiz. Büyük bir ustalıkla, herhangi bir araza sebep olmadan yerleştirdi kelimeleri. Başlangıçta savunduğu sanat görüşünün bir tezahürü diyebileceğimiz bu tutumunu ilerleyen yıllarda değiştirdi.

4. Ömer Seyfettin’in sanat anlayışını tamamen değiştirdiği hatta kendisini inkâr noktasına kadar varan asıl olay, Selanik’e görevlendirilmesinden sonra oldu. Burada İttihat ve Terakki ile bağlantı kurdu. Düşünce dünyasında meydana gelen değişim kaleme aldığı hikâyelerinde de kendini gösterdi. Arkadaşlarıyla beraber Genç Kalemler dergisini çıkardı. Bugün bile konuşulan, tartışılan “Yeni Lisan” yazısını bu dergide yayımladı.

5. Yazarın hikâyeleri, değiştirdiği üslubu biçim ve teknik noktasında yaptığı yeniliklerden etkilenmiş olsa da hiçbir zaman halkın gündeminden uzaklaşmadı. Anadolu’da, Balkanlarda görüp şahit olduğu türlü sıkıntıları yazmaktan çekinmedi. Acının, kederin kol gezdiği bu topraklarda, çağıldayan bir pınar gibi gücünü Anadolu’nun kendisinden aldı. Gündeminde sadece millî meseleler yoktu. Bir sosyolog titizliğiyle sebeplere yönelip yanlış gördüğü batıl inanç ve yaşayış tarzını eleştirdi. Kökü mazide olan bu büyük milletin gönenmiş bir ferdi olarak yaşadı. “Siz istersiniz muska… Siz istersiniz üfürük… Siz istersiniz ilâç! Hâlbuki hastalıkların evvela sebeplerini bulmak lazım! Bu sebep bulununca şifa bulundu demektir! Senin köpek hasta, niçin? Allah dünyada hiçbir hayvanı, hiçbir azayı vazifesiz yaratmadı. En fena hayvanların, en muzır mikropların bile vazifeleri vardır. Dört ayaklı hayvanlar çok tembeldirler. Allah bunların üzerine pireleri koydu. Niçin? Uyandıkları zaman rahatsız olup tekrar uyumamaları için. Bu pirelerin ısırmalarından kaşınarak hareket, yani jimnastik yapmak için…”

6. Servet-i Fünun’un da rüzgârıyla dönemin köşebaşlarında sanatın yalnızca ferdi yüceltmek için yapılabileceği anlayışı hâkimdi. Bu sebepten Ömer Seyfettin bayağılıkla eleştirildi. Bu bayağılık eleştirisinin merkezinde onun hikâyelerinin mesele odaklı olması vardı. Öyle ki o güne kadar edebiyatımızda görülmeyen İstanbul dışındaki tiplemeleri ilk olarak o yazdı. Hayattan kopuk, sadece sanat odaklı bir anlayışı reddetti. Ona göre yeniden var olabilmek, insan tipimizi edebiyata kazandırmakla mümkün olacaktı.

7. Ömer Seyfettin’in düzyazıları bugün bile güncelliğini koruyacak nitelikteydi. Dönemin çeşitli düşünce akımlarını, spor aktivitelerini, edebiyat hakkındaki görüşlerini tafsilatlarıyla beraber yazdı. Savunduğu görüşlerini yazdığı hikâyelerdeki karakterlerine söyletmekten çekinmedi. O dönemde Darwinci inanca sahip olan çoğu aydını eleştirdi. Eleştirilerini alışık olmadığımız bir tarzda, mizaha dayanarak yaptı.

8. Ömrünü bir asker olarak geçirmiş olması, Ömer Seyfettin’in hem hikâyelerine hem de düzyazılarına yansıdı. Manevi bir iklimde millî bir düzenden yana oldu. Bu düzen anlayışı Selanik’teki görevi döneminde zaman zaman sert bir anlayışla kendini gösterdi. Kaleme aldığı “Prima Türk Çocuğu”, “Forsa”, “Hürriyet Bayrakları” adlı hikâyeleri üslup açısından başka bir Ömer Seyfettin’in varlığına işaret etti. Öykülerinde geçen şu cümle manidardır: “Öldükten sonra dirileceğime nasıl inanıyorsam, esirlikten sonra memleketime kavuşacağıma öyle inanırım, derdi. En şanlı, en meşhur Türk gemicilerindendi.”