Sözün Bitim Yeri

Söz, insanın bütün eylemleri arasında en kusursuz ve en saf olanıdır. Her zaman el altında olan ve yeniden doğan bir mucizedir, diyor filozof Louis Lavelle. Söz, salt seslerden yahut harflerden ibaret değildir. Sözün ehemmiyeti, işaret ettiği anlam alanı, içerdikleri ya da dışında tuttuklarındadır. Söz, düşünmeyi mümkün kılar ve düşünceyi inşa eder. İnsanı eylem ile irtibatlandıran da yine sözdür. Söz, yeri geldiğinde insanın en güçlü amelidir. Daha da ötesi söz, insanın hakikat ile kurduğu ilişkinin anahtarıdır. Söz, arkasında bir niyet ve iradeyi taşır, davranışlar söz ile mayalanıp meydana çıkar.

Her sözün bir menzili vardır. Çoğu zaman bir meseleyi vuzuha kavuşturmak, bir meramı dile getirmek için sarf edilir. İnsanın en büyük tasarrufu söz üzerindedir. Kırk söz bir büyü yerine geçer, der annem. Sözün tesiri yerlere göklere, dağlara taşlara, kurtlara kuşlara ulaşır; cümle âlemin kulağı söz ile mayalanır.

“Onlar ki sözü dinlerler ve (sadece) en güzeline, uyarlar.” (Zümer, 39/18) Söylemekten önce dinlemeye davet edilen iki kulak ve bir ağızla mücehhez insan, en güzel sözü duyana kadar dinlemeye, duyunca da ona ittibaya davet edilir. Her söze kulak asmamak ise sözün güzeline talip olan kimse için vakar emaresidir.

İnsan niteliği kazanan beşer gizli bir teraziye koyar sözlerini. Söz bahsinde maruf ve makulün sınırları içinde kalmayı önemser. Temkinlidir, bu temkin korkuya yorulmaz. Sözünü tartarak söylemek itimadı temin edeceği gibi sözün istikametini de emniyete alır. Sözün emniyeti bir güven inşa eder, hem sözün sahibinde hem de sözün muhatabında.

Dert adamı söyletir. Söz, kuvvetini dertten alır. Derdimiz kadar sözümüzün tesiri vardır. İnsanın önce kendisine dokunmayan sözün hiç kimseye dokunamayacağı açıktır. Dertsiz söz keçiboynuzu kemirmeye benzer. Dertli adamın ciğeri yanık sözleri acıklıdır. Gözlerinde kordan bir ateş sezilir, kaşları çatık, alın çizgileri dahi okunaklıdır. Kendine yol buldukça akar bentler yıkıp çarpa çarpa. Bu sertlik acıtır ama incitmez, tesir eder fakat yaralamaz. Dertli adam sözü kendine yontmaz. Sözün nereye gideceğini hesap etmez, hesap etse zaten konuşamaz. Dokuz köyden kovulmak pahasına doğru sözün hatırını gözetir; hatır kalsın, yol kalmasın derdindedir.

Her birimiz gayet insani bir merakla söylediklerimizin bizim maksadımıza münasip şekilde muhatabımız tarafından anlaşılmasını bekleriz. Sözün bağlamı; bizim niyetimiz, muhatabımızın beklentisi ve kullandığımız üslubun kurduğu bir atmosferdir. Anlatmak ve anlaşılmak bu bağlamın elverişliliği ile ilgilidir. Bağlam sağlıklı kurulmadığında söz kimi yaralayacağı belli olmayan serseri bir kurşuna dönüşür. İyi niyet ve muhabbet üzerine kurulan bağlam içinde her bir söz sadra şifa olur. Söyleyen de dinleyen de sözün kanatlarına tutunarak yükselir. Sözün ruhudur diğerinin kulağından içeri giren.

Söz meclislerinde sözü kendine getirmek bir maharet değil acınası bir kurnazlıktır. Bu kurnazlığın müşterileri ya aldatıldığının farkında değildir ya da aldatılmayı meslek edinmiştir. Sözü bir kandırma aracı olarak gören dilbazlar, feraset sahiplerinin karşısında dumura uğrarlar.

“Sözüm odun olsun hakikat olsun tek.” diyen Mehmet Akif gibi doğru bildiğini sakınmadan söyleyenler de vardır, maslahat gözetip lafı çevre yollardan dolaştırmayı tercih edenler de. Bu iki yol kişinin samimiyeti nispetince meşru kabul edilebilir. Sadetten ısrarla uzaklaşan, anlatmanın, dinleniyor olmanın hazzına kendini kaptıranların sözlerinden ise bir hayır umulmaz.

Herman Hesse’nin Boncuk Oyunu’nun hemen girişinde dile getirdiği şuydu: “Sözün değerini yitirdiği o korkunç dönemin hemen eşiğine geldik.” Biz yaşadığımız şu anda o eşiği çoktan geçtik sanki. Kelimelerin yetersiz kaldığı, boğazımızda düğümlediği o korkunç, yakıcı dönemin tam içindeyiz. Sanmayın ki dışımızda yaşanan ve bizim yazıklanmamıza, şikâyetimize konu olacak bir yitim bu. Söz, içimizde doğamadan öldü ve bizi zehirlemekte. Sözün sonunu Özdemir Asaf’ın şu dizeleriyle getireyim: “Sözün bitim yerini / olay ya da konu seçmez / söz seçer / başlangıcını da olduğu gibi”