Her şeyi koydun mu çantana? Belki okursun diye kitap, belki altı çizilecek satırlar için tükenmez kalem, belki de telefonun şarjı biterse diye powerbank… Kafanda yığımlık düşünceler karşı kıyıdan ay gibi görünüyor. Kalbinde dizginlemeye çalışırken bir anda dilini sıyıran sayıklama; şükür bu hafta da bitti... Emaneti taşımak kolay değil. Hele teheccütsüz yaşamak, virgülden sonra devamı gelmeyen cümleleri kehribara sığdırmaya benziyor. Şükür bu hafta da başlayacak. Şükür ki tamamlaman gereken cümleler olacak. Şehrin nabzı gün gün atarken yunusça tanışıklıklar için heybetli sayfalar açılacak bir bir önünde.
Şimdi düşün. Yürümeyi öğrendiğinden beri attığın bu kaçıncı adım? Eskimeye yüz tutan her şeyle beraber ökçesi kırılan, dikişi atan, rengi solan kaçıncı ayakkabı paralanmakta ayağında? İçgüdüsel bir koşullanmayla doğallığı aradığın yolları düşün. Arınmak için fırsat kolladığın yönelimlerine sımsıkı sarılışını. Her hengâmenin peşinden usulca kıyısına vurup sekinet bulduğun yemyeşil yosunlu kayalıkları… Sıra sıra dizili apartmanları geçerek sahile kavuşan ara yolu yürüyorsun. İşte deniz. Ufuk çizgisinden etrafa dağılan mavinin tonları dalga dalga yüzüyor. Enginliğin cazibesine yaklaştıkça bir su damlasına dönüşüyorsun. Ruhunu kaplayan katılıklar eriyor. Eridikçe hafiflemeye yüz tutuyorsun. İnsan bu kıyıya en çok kabına sığamadığında varıyor. Mihraki manalar kasılarak enfüsi bir doğumu varoluşun eşiğine getirdiğinde bütün müspet yollar kemal rengine bürünüyor. İçe akseden sesi daha iyi duyabilmek için ufka yöneliyorsun. Ayın güneşi takip etmesi gibi akıp giden enginliği rikkatle temaşa ediyor, göğsüne dolan cemalî genişlikte letafet buluyorsun.
Kıyıda olmak başkadır. Ne toprağın bağrında sırlanmaya ne de denizin uçsuz bucaksız hudutlarına doğru açılmaya benzer. Zıt duyguların cereyanı içinde tekinsiz bekleyişlerin karargâhıdır kıyı. Nice emelin önü sıra sürüklenmek de nice ulvi arayışın ardı sıra gitmek de kıyıda konuşlanmaya yazgılıdır. Özü çeşit çeşit hikmetle karılan insanın, sancılı dönüşümler geçirerek varlık denizine düştüğü bilinir. Yaşamın kıyısında toprağın ve suyun birbirine karışmasıyla balçık meydana gelir. Toprak suya, su toprağa tutunur. İnsan dilemma ile çevrili öyküsüne tutunarak başlar. İki farklı cevher, “Ol!” emrinin gölgesinde mahiyetlerini kaybetmeden yepyeni bir görünüş kazanır. Olmak ve olmamak arasında mucizevi dönüşümler geçirmek nice güçlükleri beraberinde getirir. Fakat ilk yaratılışta vuku bulduğu gibi hayat da süreğen yaşanırken ilahi cemalin eseri olma duygusuna tutunursa en güzel sebepler en güzel neticeleri doğurur. İşte bu yüzden kıyıda, toprağın ve suyun kesiştiği yerde, karanın ve denizin birbirine tutunduğu mahalde, mihraki manaların şerha şerha açıldığı muhitte temaşa etmek başkadır.
Martılar kanatta, uçmak en çok onlara yakışıyor. Kumsalın tepesinde yüzlercesi kır tüylerini hava boşluğuna vurarak raks ediyor. Derken biri irtifasını düşürüp kavis alarak kumun bağrına sarsıntısız bir iniş yapıyor. Dinlenceye çekildiği yerde pır pır atan kalbini, etrafını kolaçan eden bakışlarında görmek mümkün. Sonra biri daha peşi sıra usulca salınıyor. Çobanlı İskelesi uzaktan bakınca ince bir çizgi gibi görünüyor. Öbek öbek insan grupları üzerinde yürümekte. Biraz daha yakınlaştıkça oltasının başında pusuya yatanları, seyyar satıcıları, güneşi çehresine alıp fotoğraf çekinenleri fark ediyorsun. Süt mısır, közde mısır, nohutlu pilav, çiğ köfte tezgâhları seyyar hâlinde kalabalığı çağırıyor. Fermuarlı uzun kesim eşofmanlarını giyinmiş, sağlıklı yaşam fedaisi emekli bir çiftin spor saatlerine denk geliyorsun. Yeni nesil mekânlar her zaman olduğu gibi iğne atsan yere düşmeyecek şekilde kalabalık. Martılar gibi boşalan masanın sandalyelerine hemencecik konuveriyorlar. Hayat burada da devam ediyor. Kendi hâlinde. Bin birinci fotoğraf çekim denemesi olsa da güneşin batışını kadraja sığdırmaya kararlı.