Dağ bellerini aşan yolcuların, uzak ülkelerde ölümlerini aramaya giden savaşçıların, bir haberi sahibine ulaştırma derdindeki görevlilerin alın terlerinin, hırslarının, yorgunluklarının yegâne şahidi olan atların bendeki anlamı, uzun yolların hüzünlü yoldaşları olmalarıdır. Kara gözlerine gece yahut gündüz, kış yahut bahar, ırak yahut yakın hangisi çökmüş olursa olsun; orada masumiyet, çocuksuluk ve tahammül kadar çaresiz bir kabullenişi de görürüm. Ve adına şiirler yazılsa, methiyeler düzülse de insanın atlara yaklaşımının gerisinde muhakkak bir menfaat kokusunun olduğuna inanırım. Divan şiirindeki at benzetmelerini de bu yüzden özel bulurum: Zira şiirlerde at, çıkarsız bir bağlılık dışında, salt benzetme veya yüceltme şeklinde değerlendirilir.
Divan şairinin kabulünde at, çoğunlukla sevgilinin vasıflarına kapı aralayan somut bir örnektir. Benzerlik ilgisi doğrultusunda da bir nitelik, isim ve kimi zaman kişilik kazanırlar. Bazı örneklerdeyse şairlik tabiatıyla at arasında ilgi kurulur. Bu tür örneklerde söz konusu olan soyut bir attır ve belki de şairlerin şiiri ve kendi tabiatlarını ata benzetmesinin başlıca sebebi, onların da benim gibi atların gözlerinde bir hüzün bulmalarındandır. Nihayetinde hüzün fazlasıyla yakışır şiire.
Fehim, bir beytinde kendi şairlik tabiatını doğrudan bir tür at kabul ediyor:
Vâdi-i ma‘nâda istîsâl-i hasm-ı dûn içün/Esb-i tab‘-ı şûhına ol dem ki meydân gösterür
Beytin günümüz Türkçesinde şuna yakın bir anlamı var: “Zamanın anlam vadisinde alçak hasmı kökünden söküp atmak için, şuh tabiatının atına meydan gösterir.” Beyitte, divan şairleri arasındaki rekabet duygusunun izlerini bulmak mümkün. Anlamdan biçime hemen tüm imkânların sınırlandığı, kurallara bağlandığı bir şiir anlayışında şairlik yeteneğiyle öne çıkmanın baş koşulu, aynı anlamı bambaşka bir şekilde dile getirmekten geçiyor. Fehim, şiir mecrasını bir savaş alanına benzetiyor. Şair de o meydanda savaşacak atlı süvari oluyor.
Lale Devri’nin ünlü şairi Nedim’se şu beytinde atı hem soyut hem somut anlamlarını karşılayacak şekilde kullanıyor: Ey süvâr-ı esb-i nâzım senden olmaz can dirig/Kande kaldı rahş-ı râhat-bahş ile râhat-bisât
Beyitte Nedim kendisine sesleniyor ve “Ey şiir atının binicisi!” diyor. Hemen peşinden, canının şiirden ayrı düşünülemeyeceğini ekliyor. Buna göre Nedim’in şiir yazma sevgisi, canıyla bir bütün oluşturuyor. Yani o can o teni terk etmedikçe şiir sevgisi de bitmeyecektir. Peki şair böylesi bir sevginin karşılığında neyi feda etmiştir? Cevabı ikinci dizede, soru sorarak veriyor Nedim: “Rahatlık veren at ile yapılan yolculuk ve rahat yer nerede kaldı?” Buradan anlıyoruz ki şairlik, her türlü rahatlığı terk edip ömrü söz yolculuğuna feda etmekle mümkünmüş. Tabii Nedim bir anlamda, şiiri de bir ata benzetiyor ve cefa gerektiren şiir atının gerçek binicisi olabilmek için gerçek atın verdiği rahatlıktan vazgeçmek gerektiğini söylüyor.
Koca Ragıp Paşa’ysa akıllı olanın, deli bir ata binmesi gerektiği iddiasında: Cilve-gâh-ı şîve-i ferzâne olmaz kûy-ı aşk/Âkil odur kim sürer bu arsada dîvâne at
Elbette beytin birincil kastı aşk. Koca Ragıp Paşa, aşk köyünde işve ve nazda bilgili kişinin olmayacağını, akıllı olanın orada deli bir ata binmesi gerektiğini söylüyor. Ki her ne kadar ismi anılmasa da beyitte Mecnun’a gönderme yapıldığı anlaşılıyor. Zira Kays, aşkıyla aklının yitirdikten sonra Mecnun olabilmiştir. Fakat bu beyti şiir ve şair merkezli de düşünebiliriz. Şayet şiire aşk köyü dersek, söz de pervasız atın ta kendisi olur. Şaire düşen, aklın arzuladığı gündelik menfaatler yerine gönlün istediği doğrultuda hareket eden bir biniciye dönüşmektir.
Şairler bazen kalemi at kabul ederler. Atların yolu şaşırmadan yürüyebilmeleri için binicinin, dizginleri doğru kullanması gerekir. Kalemin de nitelikli eserler ortaya çıkarması, şairin şiir yazma yeteneğiyle mümkündür. Bu tür örneklerde doru at anlamına gelen kümeyt ve kalem anlamına gelen hâme sözcüklerine sık rastlanır.
Vasık, kendi şairlik yeteneğiyle övünürken şairlik yeteneğini ata benzetiyor: Benimle hem-inân olmak nice kâbil bu meydânda/Kümeyt-i hâmem ile arsa-i güftârı ditretdim
Şair oldukça tevazu içeren bu beytinde(!) şiir meydanında kendisiyle yan yana yürümenin imkânsız olduğunu söylüyor. Burada hem-inân, aynı zamanda at başı beraber olan anlamını da içerir. Devamında şair, kaleminin doru atıyla söz arsasını titrettiğini iddia ediyor.
“Hissesimiz şu olsun.” diyerek sözün sonuna gelelim: Atları muhakkak çoğumuz seviyoruz. Ama şiiri ata benzeten divan şairlerini de sevip okuyalım.