Sen Oku Ben Dinleyeyim

Evvel zaman içinde hikâye meraklısı insanlar ateşin etrafında toplanır, içlerinden biri cönkünde kayıtlı yahut müstakil yazma yahut çoğu taş baskısı -basma- manzum, mensur fark etmez bir “halk hikâyesini” yüzünün ve sesinin mimiklerinde kabiliyetince canlandırarak okurmuş.

Evvel zaman içinde okunan o hikâyeler insanların ezberine alınır, zihinde eksik canlanan yerler muhayyilenin elleriyle boyanır/doldurulur, o hâliyle ateş başında bulunamayan başkalarına ezberden anlatılır -okunur-, dinleyici de dinlediğini başkalarına anlatarak/okuyarak kitapsız, kâğıtsız, harfsiz bir okuma ikliminin yağmurlarına yağmur, güneşlerine güneş, rüzgârlarına rüzgâr katarmış.

Evvel zaman içinde –okuma yazma bilmeyen- insanlar okumanın ve yazmanın biçimsel olmayan başka imkânlarının vadilerinde, koyaklarında, ovalarında, kimse onları “cahil” diye kınamadan dolaşırlar, dolaştıkları yerleri de başka bir biçimle, başka bir gözle ve başka bir alfabeyle okuyarak birbirlerine anlatırlarmış.

Masal da anlatabilirim ancak masal anlatmıyorum; evvel zamanı geride bırakalım bırakmasına da bugün anaokuluna başlayan çocuğa öğretmeninin önce kendisi okuyarak alfabeyi öğrettiğini düşünürsek yöntemin eskimediğini hatta temel bir okuma biçimi olduğunu söylemek durumundayız.

Dinlemek de bir okuma biçimdir kuşkusuz ancak burada kazançlı çıkan, kitabı sesli olarak okuyan kişidir. Gözleri yanında kulakları da okumaya iştirak eder zira. Sessiz okuyan veya okunanı dinleyen bir kere okurken, kitabı sesli okuyan kişi onu aynı anda iki kez okumuş olur.

Rahmetli amcam evde az sayıda bulunan, döne döne okuduğu, neredeyse noktası virgülüne kadar ezberinde olan bir kitabı alır, kaldığı sayfayı açar, kitabı nasıl tutacağımı, sayfaları nasıl çevireceğimi didaktik olmayan bir dille anlatırken/gösterirken, okumaya başlamamı talep eder, gülümseyerek kitabın içinde yolunu kaybeden çocuğu takip eder, yanlış okuduğum yerleri ezberden düzeltir, bana kitap okutur kendi dinlerdi.

Evde az sayıda bulunan kitabı çocukluğumda, çoğu akşam yayladaysak çıra ışığında, kışlaktaysak gaz lambası ışığında amcama okumuşluğum vardır. Kitapları sesli okuma alışkanlığımı zamanla bıraktım, artık dışarıda davul çalsa bile etkilenmeden sessizce kitaplarımı okuyorum ancak hâlâ kitapların sesli okunmasının sessiz okunmasından daha bereketli olduğunu düşünüyorum. Ezberimdeki pek çok surenin, şiirin, daha okuma yazma bilmeden başkalarının okumasından dinlediğim için kaldığını hayretle ve ibretle yeniden fark ediyorum, -okuyorum-.

Akif merhumun okuma yöntemlerinden biri de başkasına kitap okutup kendi dinlemesidir ki Alim Kahraman’ın Okumaya Dair kitabını zikretmeden geçemeyeceğim.

Okuduğunuz bir romanın bir bölümünü, bir hikâye kitabındaki hikâyelerden birini, sevdiğiniz bir şiiri başkasına okutup dinleyin; o dinlemede daha önce okuduğunuzda farkına varmadığınız inceliklerin ve derinliklerin farkına varacak, yahu bu yöntem sahiden iyiymiş, diyeceksiniz. Deneyin, kaybetmezsiniz; kendinizi aynı anda okuyan ve dinleyen iki kişi olarak görüp her gün beş on sayfa yüksek sesle kitap okuyun; farkın ne kadar “farklı” ve “büyük” olduğunu göreceksiniz.

Bir de şunu deneyin, kaybetmezsiniz; biriyle buluşmaya, görüşmeye, çay kahve içmeye maruz kaldınız, sohbeti sizi açmadı, malayani geldi, çantanızdan yarım okunmuş kitabı çıkarın, ona okutun ve siz dinleyin. Hem zamanı verimli geçirmiş olacaksınız hem de bugüne kadar yaptığınız iyiliklere küçük bir iyilik daha ekleyeceksiniz. Söylemesi ayıp değil, ikincisini bir yıl süreyle tecrübe etmişliğim vardır. Yeni çıkan şiir kitaplarını okutuyordum, sesi ve tonlaması iyiydi. Kendim okusam bu kadar istifade edemezdim.

Kim bana kitap okumak ister, parmak kaldırsın… Okumak istediği kitabı alıp getirmesi benden…