Hoş Geldin Ey Şehr-i Ramazan

Çok bilinen, yabancı menşeli bir içecek markasının iddiasına inanılacak olursa iftar sofralarının vazgeçilmezi bu markayı taşıyan içecekmiş. Oysa kadim kültürün, iftar sofralarıyla herhangi bir yiyecek yahut içeceği özdeşleştirdiğini söyleyemeyiz. Kültürün kendince yeme içme âdetleri muhakkak vardır. Daha hafif olduğu için güllaç gibi bazı tatlı ve yiyecekler de özellikle ramazan ayında tüketilir. Öte yandan yeme içme ramazan ayının amacı değildir. Eskiler, ramazan ayında başka değişmezleri öncelemiştir. İftar sofrasını zenginleştiren yemeklerin komşularla, ihtiyaç sahipleriyle paylaşılmasını öncelemişlerdir mesela ve elbette buyur edilen misafirleri. Öyledir: Misafir, kabul edildiği evin zenginliğine dönüşür. Başta sohbeti olmak üzere, yenilip içilen her nimete lezzetini ve bereketini katar. Söz konusu ramazan ayı olduğundaysa misafir, doğrudan ramazanın kendisidir. En azından, “Gönderdi Hüda çün bize mihmân Ramazânı / Hoş tutmağa niyyet edelim biz dahi anı” diyen Zati bu kanaattedir. Şiirlerinde Bahti mahlasını kullanan Birinci Ahmet de ramazanı misafir kabul eden şairlerden: “Şehr-i İslâm’ı kudûmüyle çü etti teşrif / Hoş tutarlarsa n’ola hürmet eyleye pir ü civân” Bahti, ramazan ayı için İslam ayı tabirini kullanıyor ve onun, uzak bir yoldan gelerek teşrif ettiğini söylüyor. Genciyle, yaşlısıyla herkesin o misafire hürmet etmesini ve onun gönlünü hoş tutmasını diliyor. Gerçekten de ramazan, o sevinci bir kez tadabilmiş olanlar ve yılda bir kez teşrif eden bu misafirin şenliğini gönüllerinde samimiyetle hissedenler açısından uzun bir yol katederek geri döner. Araya giren diğer on bir ay, ramazana meftun gözlere fazlaca uzun bir mesafe gelir. Nitekim Bahti, bir başka beytinde aradaki on bir ay yüzünden çekilen hasrete de değinir: “On bir aydır gideli biz de çekerdik hicran / Merhaba etdi bizimle yine şehr-i Ramazan” Ramazanın teşrifi haberli bir misafirliktir. Onu davet edenlerse ilahi emre uymasını bilen, nefis terbiyesine amade, sabrı ve tevekkülü kabullenmiş imanlı kalplerdir. Tıpkı önceden haberi alınmış bir misafire nasıl hazırlık yapılırsa evlerde, ramazanın teşrifi öncesinde de bireylerden topluma, kilerlerden sokağa hayatın her bir ayrıntısını bir ramazan hazırlığı heyecanı kaplar. Sururi, o hazırlıklardan birisinin de minareler arasına çekilen mahyalar olduğunu söylüyor: “Her minâre ise kandîl ile bir meş‘aledir / İtmege togrı yola halkı hidâyet ramazân” Sururi, mahyaların asıldığı minareleri meşaleye benzetiyor. Bu meşale sayesinde halk, ramazanın hidayetiyle doğru yolu buluyor. Mahyalar, hâlâ korunan ramazan geleneklerinden. Üstelik teknolojinin gelişmesiyle yalnız merkezî büyük camilere değil, iki minareye sahip hemen her camiye asılabiliyor. Fakat günümüzdeki gibi ışık kirliliğinin olmadığı, biçimsiz binaların pervasızca yükselmediği eski zamanlarda mahyaların çok daha etkileyici olduğunu anlayabiliyor insan. Şehirlerin karanlık gecelerinde yıldızlar misali parlayan, uzak mesafelerden bile görülebilen mahyalarda eskinin insanları masal âlemlerini çağrıştıran ve imanları tazeleyen bir samimiyet buluyorlardı kuşkusuz. Sabit, minareler kadar camilerin içinde de ramazan hazırlığı yapıldığı bilgisini veriyor: “Kubbe kandîlleridir dâ’ire-i hal-kâri / Zav-ı kâşâne-i tâ’ata zer-endûde tavân” Sabit’in beytinden anlaşıldığına göre camilerin kubbeleri ve altın sıvanmış tavanları yaldızlı çemberlerle süslenmektedir. Bu dairelere süslü ve gösterişli harflerle ayetler yazılmaktadır. Şimdi gel de titrek mum ışıklarıyla şavkıyan, hayatiyet kazanan ve ibadet için camiye gelenleri çocuksu bir masumiyetle karşılayan o cami içi süslemeleri zihinde hayranlıkla canlandırma. Misafirlerin hediye getirmesi de âdetlerimizdendir. Hiçbir ev sahibi misafirin eline bakmaz aslında. Onunla birlikte hanelere dolan muhabbetten güzel hediye olmayacaktır sonuçta. Yine de misafirliğe gidilirken yanımıza çam sakızı çoban armağanı bir hediye alırız. Ramazan ayının en büyük hediyesiyse içindeki bin aydan hayırlı Kadir Gecesi’dir. Şeyhî, o güzel hediye hakkında şöyle diyor: “Bu gece kadri bin aydan yeğ ise tan mı Hak / Kudret ile şeb-i Kadr etdi mukadder bu gece.” Medeniyetler kolay inşa olmuyor. Mübarek gecelerine, kutsal aylarına, bireyi ve toplumu ilgilendiren her bir ayrıntıya ruhunu teneffüs ettirmeyi gerektiriyor medeniyet. Böylece inançlar hayatiyet kazanıyor, gündelik hayatın parçasına dönüşüyor. Beyitlerin yol göstericiliğinde anlıyoruz ki Türk-İslam medeniyeti, ramazan aylarını da kendi kültür kabulleri etrafında karşılamasını bilmiş. Bu aşamada bize düşen nedir peki? Elbette misafiri elimizden geldiğince medeniyetimizin kabulleri doğrultusunda buyur etmek. Ve bu arada çağın gerekliliklerini de o güzel misafire göre uyarlamak. En azından, iftar sofralarını Türk-İslam medeniyetiyle hiçbir ilgisi olmayan ama sırf müşteriye hitap edebilmek uğruna ramazanı kullanan tüketim çağı ürünleriyle bir arada düşünmemek…