Kars Kümbet Camii

Anadolu’nun gecesi uzun süren serhat şehrinde türlü hikâyeler dinledim dengbejlerin dilinden. Yüreğiyle dili arasındaki mesafeyi hasret çoğaltan yanık sesleriyle kısaltmış insanların vadiler dolaşan Kars Çayı gibi hüzünlü türküleriyle karlı dağlara karşı selama durduğunu gördüm âşık atışmalarında. Farklı medeniyetlerden kalma sabrın ve inancın birleştiriciliğinde tarihî gerçekliklere açıldı pencerelerim. Bir yanım kalenin heybetine sığınıp dinlendi, bir yanım Ebu’l Hasan Harakani Türbesi’nden feyzalıp güçlendi. Anadolu’da güneşin ilk ışıklarının vurduğu taş duvarlarımdan süzülen havayla içimde farklı dillerde ilahiler söylendi. Doruğunda en güzel efsaneleri saklayan Ağrı Dağı’nın eteklerinden koparılan bazalt taşlarıyla on bir asır evvel Bagratlı Krallığı döneminde Ermeni-Gürcü kilisesi olarak dört yapraklı yoncaya benzer biçimde örüldü duvarlarım. Kör kemerlerim üzerinde duran havariler, Hz. İsa’nın göğe yükselişine tanıklık eden şaşkınlıkları taşıdı yüzlerinde. İlk kez 1064’te camiye çevrildim, on iki kez farklı inançlara mabet oldum. Evliya Çelebi, beni Süleyman Efendi Camii diye andı. Doğu’nun Ayasofya’sıyım ben. Her taşımda bu topraklar üzerinde hüküm sürmüş medeniyetlerin ellerinin izini taşıdım.