Vaktiyle bir kadı varmış. Her vakitte bir hatta birden çok kadı vardır derseniz bu kadıyı duymadınız demektir; hele bir kulak kabartın derim. Bu kadı derin bilgili, sorulanda sorulmayanı anlayan, fehmederken fıkhını da ihmal etmeyen herkesin bir soru sorup cevabı için peşinden koştuğu nev-i şahsına münhasır biriymiş. Bilgisi dünya üzerinde kimsede yokmuş. Bu bilgisinin yanında bir de kusuru varmış ki o da aşırı derecede gösteriş ve şatafat düşkünlüğüymüş. Lükse, ihtişama o kadar düşkünmüş ki odasındaki bir divit ucu bile dünyanın en değerli malzemesinden olmalıymış. Kıyafetlerinin de her bir ipinin dünyanın bir başka ucundan gelmesi gerekiyormuş. Altın ve mücevherle işlenmiş kaftanlarının birini çıkarır öbürünü giyermiş. Kıyafetlerinin kumaşlarını özel olarak seçer, desenlerinin hepsinin dünyada biricik olmasına dikkat edermiş.
Bağdat’tan Kahire’den ne kadar kumaş dokuyan varsa hepsi bu kadıya hizmet için çalışırmış. Meşhur terziler özel bir desen veya kumaş buldukları zaman “tam da kadıya layık” dedikleri için “kadıya layık” deyimi artık bir lüksün ölçüsü olarak kullanılmaya başlanmış. Aslında uzun lafın kısası, kadı kendini beğenmişin tekiymiş de işte kadı olunca herkes sineye çekermiş bunu. Aslında tek derdi Doğu’dan Batı’ya herkesin kendini beğenmesi ve sadece kendisi hakkında konuşmasıymış.
Günlerden bir gün kadı, her sabah yaptığı gibi aynanın karşısına geçmiş. Kaftanını şöyle gururla süzdükten sonra giyinmiş. Kaftanı aynanın karşısında ışıl ışıl parlıyormuş. “Kollarında ve yakasında sırma detayları olan bir kaftan birine ancak bu kadar yakışır.” diye geçirmiş içinden. Kafasını kaldırmış ve kibirle odasından dışarı çıkmış.
Kadı önce pazar yerine gitmiş. Herkes saygıyla eğilmiş önünde. Ye kürküm ye hesabı. Kaftanını göstermek için bütün sokakları dolaşmış. Kibirle o kadar yürümüş o kadar yürümüş ki sonunda kendini bir ovanın ortasında bulmuş. Sağına soluna bakmış kimsecikler görünmüyormuş. Şehre geri dönmeye karar verdiği anda bir ses duymuş. Duyduğu bu ses nereden geliyor diye ıssız ovada etrafına bakmış. İlerde birkaç kayanın sırt sırta verdiğini görmüş. Merakına yenilmiş ve en iyisi gidip ne olduğunu kendi gözlerimle görmek deyip kayalara doğru yürümüş.
Biraz tedirgin olarak biraz da korkarak kayaya doğru yürümüş. Yaklaştıkça sesin şiddeti de artıyormuş. Kayalara iyice yaklaşınca kafasını uzatıp şöyle bir bakmış. Kadı ne görsün! Kocaman bir tavus kuşu rengârenk kanatlarını açmış tüylerini yolmuyor mu? Kopardığı her tüyü de önündeki çamur yığınının içine atıyormuş. Tüyünü her çekişinde de canı yandığı için veryansın ediyormuş.
Kadı gördükleri karşısında oldukça şaşırmış ve tavus kuşunun karşısına geçip: “Ey güzeller güzeli tavus kuşu, tüylerini neden yolarsın? Bu zarif, ince ince desenlerle bezenmiş kanatlarını koparıp atmaya gönlün neden razı gelir?” diye sormuş. Tavus kuşu sanki duymamış gibi hiç aldırış etmemiş, tüylerini koparmaya devam etmiş. Kadı sakinliğini sürdürüp belki vazgeçirebilirim diye devam etmiş konuşmasına. “İnsanlar senin kanatlarından yelpaze yapıp serinler, hafızlar senin tüylerini o kadar değerli görüyor ki mushaflarının arasına koyuyorlar.”
Kadı tavus kuşunun umursamadığını fark edince sesini biraz daha yükseltmiş: Senin bu yaptığına nimete saygısızlık, şükürsüzlük hatta nankörlük demek daha doğru olur.
Tavus kuşunun yine dikkatini çekemeyince kadı bu defa da la havle çekip “Ey güzel kuş! Kanatlar bir daha yerine yapışmaz, yapma etme!” diye yalvarmaya başlamış. Tavus kuşu başını kaldırmış. Anlamsız bir bakışla kadıya bakmış. Sonra da hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Öyle acı acı, hıçkıra hıçkıra ağlamış ki kadı söylediklerine bin pişman olmuş, başlamış o da ağlamaya, ikisi beraber saatlerce ağlamışlar. Hatta ağlamaları o kadar uzun sürmüş ki etrafları küçük bir göl olmuş.
Kadı bir taraftan ağlıyor diğer taraftan da keşke sorup da yarasını deşmeseymişim ne kadar gam ve kederle doluymuş, diye içinden geçiriyormuş.
Bir süre daha ağlayan tavus kuşu kendini toparlayıp konuşmaya başlamış: “Ey bu diyarın en bilgini en ihtişamlı kadısı, var git işine! Benim seninle ortak bir şey konuşmam mümkün değil. Sen geçici güzelliğe, renge, desene kapılmışsın. Belki sen bu görünüşünle saygı gördüğünü zannediyorsun ama ben bu kanatlarımdan dolayı okçuların sürekli hedefindeyim.”
Konuşması bittikten sonra kadı bir tavus kuşuna bir de sırma desenli kaftanına bakmış. Sırmasının bir kenarından sarkan süslü ipi eliyle tavus kuşunun gagasına tutturmuş. İp söküle söküle şehre doğru yürümeye başlamış.