Şerif Aydemir “her İnsan Bir Kitaptır, Bir Büyük Hikâyedir, Okuyabilene…”

SÖYLEŞİ

EMİN GÜRDAMUR

Size hayatınızı soranlara, “Benim kendi hayatımdan anlatacağım çok şey yok. Zaten gerek de yok. Önemli olan yetişip büyüdüğümüz coğrafyaların kültürüdür.” diyorsunuz. Ama ben tarihe kayıt düşmek açısından farklı bir şekilde sormak istiyorum size. Şerif Aydemir, çocukluğundan beri geçtiği yollara dönüp baktığında neler görüyor; neydi geçerken gördükleriniz?

Bana yaşadığın yerin adını ver, sana kültürünü söyleyeyim. Tarihiniz ve coğrafyanız sizi başkalarından farklı kılan özellikler barındırır. O itibarla şehirlerine benzeyen insanlar, insanlarına benzeyen şehirler oluşur. Şehirlerini yüzlerinde gezdiren insanlar vardır. Gittiğinizde görürsünüz; çarşıların kalabalığında, koşar gibi yürüdükleri caddelerde, sokakların ucunda önünüze dikilirler, kımıl kımıldırlar. Şaşarsınız. Zira bütün şehrin fihristi o adamların simasında asılıdır. Mustafa Kutlu, “Acaba sesten hisse kapabilir miyiz, ses biriktirebilir miyiz?” diye sormuştu. Rahatlıkla söyleyebilirim, ben en çok ses biriktiren şehirlerin birinde doğdum. Gözümü açtığımda baktım ki etrafımdaki insanlar türkü söylerken sesleri kutlu çağdan kalmış bir kopuzun teli gibi titriyor. Sadaları ve hıçkırıkları kim bilir hangi hicretten hangi hasretten akıp gelen bir derin su gibi hüzünlü. Ama vakur. Acıyı da gönül şenliğini de aynı anda yaşıyorlar. Kös davulu gibi şişkin bağırlarının bir odasında şiven koparken, öbür odasında yaşama sevinçleri gürül gürül. İçi paslanmamış yürekler… Toylarda düğünlerde, bayramlarda seyranlarda hançereler ne tez ıslanıyor. Ağıtlar hoyratlar da akıp geliyor, şen şakrak türkülerin eşliğinde halaylar da kuruluyor. O toprakların hafızası diridir. Biteviye nabzı atar durur. Sizi rahat komaz; şiir okutur, hikâye yazdırır, mani hoyrat söyletir, aşk neşideleri çırpınır dilinizin ucunda. Doğup büyüdüğüm Elazığ’ın Ağın ilçesi, Eğin (Kemaliye) ile Harput’un tam orta yerinde kurulmuş. Arapgir ve Çemişgezek’le çerçevelenmiş. Bir adım ötede Keban ve Arguvan. Bir şiirimde demiştim, “Eğin bir yanım, Harput diğer yanım / Hele sor ki ne hâlde yanan yanım.” Bizi yüzlerce yıl iki yanımıza düşmüş bereketli ve feyizli iki kaynak emzirdi. O yüzden sevdalanmak istidadı gelişti, genlerimize oturdu. O yüzden aşk perileri şakağımıza güfte ve beste üfleyip kanımızda gümansız gezindiler. İki yıldızdan akan iki ışık yaladı gönül dünyamızı. Çerağında ateşe boyandı yüreğimizin filizleri. Eğin ve Harput.

Anadolu’ya bir bütün olarak bakıyorsunuz. Elazığlısınız ama hikâyelerinizde bütün Türkiye’nin folklorunu, kültürel motiflerini görmek mümkün. Sizdeki bu kuşatıcı, yekpare bakışın temelinde ne var?

Sizler gibi ben de milletimi çok seviyorum. Nurettin Topçu, milliyetçiliğin sadece milletini sevmek olmadığını, nasıl seveceğini bilmenin de önemli olduğunu ifade etmişti. Eskiler “anasır-ı erbaa” derlerdi, dört ana unsur; ateş, hava, su, toprak… İskender Pala “dört güzeller” diyor bunlara. Bu dört güzel, insanı ve doğayı şekillendirir. Bu dört güzel, insanın giyiminden kuşamından oturup kalkmasına, yiyip içmesinden türküsüne, bedduasına kadar kültürel hâsılayı var eder. Aynı milletin çocuklarıyız, aynı heyecanı duyarız, gönlümüzde aynı kıpırtılar depreşir. Ama Bozkırda ve Doğu Anadolu’da halay çekeriz. Karadeniz’de horon teperiz, Rumeli’de hora oynarız ve Batı Anadolu’da zeybek olur diz vururuz yerin sertine. Safiye Erol, Ciğerdelen adlı romanında, “Biz dünyaları kazanmış ve dünyaları kaybetmiş bir milletin çocuklarıyız.” demişti. Bizde şenlik mi biter, türkü mü biter, figan mı biter? Bozlaklar, baraklar, hoyratlar, gazeller, mayalar… Serhat türküleri, Avşar türküleri, Yemen türküleri… Fırat, Kızılırmak, Tuna türküleri… Bu topraklarda bin yıldır savaşlarda nara attık. Ölülerimize ağladık. Düğünlerimizde çalıp söyledik. Gülbank okuduk. Salavat-ı Şerife çektik. Hançeremiz yumuşadı. Gözlerimiz yaşardı. Gönlümüzde gökkuşağı açtı. Nevzat Kösoğlu ağabey bu duyguların eşliğinde durup durup soruyordu: Biz bu türküleri sokakta mı bulduk? Kimin gönlü bir şehre sığar ki? Dede Korkut, Fuzuli, Karacaoğlan, Keloğlan, Yunus, Emrah, Veysel, Neşet hepimizin değil mi? Haluk Dursun Hoca hep anlatırdı, Van’da konferans verirken Vanlılar ondan “Tuna” şiiri okumasını istemişlerdi. Ben Meriç Nehri’ni ilk gördüğümde ağlamıştım. Bize hudut mu olur?

Yazmaya şiirle başlayıp daha sonra hikâyeye yöneldiniz. Gerçi tarihsel süreçte bizim şiirimizle hikâyemiz, Tanpınar’ın ifadesiyle türkümüzle romanımız iç içe, yan yana yürür. Ama modern edebiyatta türler de önem kazandı. Hikâye neden önemli sizin için?