Şeffaflık Talebi

Dijital dünyada alışılageldik kullanımı yanında farklı bir mana kazanan, yeniden tanımlanan ve eleştirel değerlendirmelerin sıklıkla başvurduğu kavramlardan biri şeffaflık talebi. İlk bakışta şeffaflık, pek çoğumuzun zihninde haklı olarak “dürüstlük, açıklık ve güven” gibi olumlu çağrışımlar uyandırıyor. Ancak tam da bu nedenle literatürde, şeffaflık talebinden kastın yalnızca bu çağrışımlar olmadığını gösterecek şekilde mefhum, daha eleştirel terimlerle de karşılanıyor: Şeffaflık tiranlığı, şeffaflık baskısı gibi ifadeler, bu eleştirel yönü açık şekilde yansıtıyor. Daha nötr bir tona sahip olmakla birlikte benzer eleştirileri muhtevi şeffaflık kültürü veya şeffaflık toplumu gibi kullanımlar da yine dijital düzenin bu yazıda ele alacağımız boyutunu tanımlamak için tercih ediliyor.

Peki şeffaflık talebi’nden yahut benzer bağlamlarda kullanılan sıraladığımız kavramlardan kasıt nedir? Şeffaflık, dijital kültür öncesi kullanımlarda daha ziyade devletin yahut şirketlerin halka, müşterilere açık, dürüst olması, hesap verilebilir eylemlerde ve karar alma süreçlerinde bulunmasını ifade ediyordu. Bu manada kullanılan bir şeffaflık talebi hâlâ geçerliliğini koruyor. Nitekim dijital platformlar, kullanıcılarına daha fazla şeffaflık vadediyor, sosyal medya şirketleri veri politikalarını açıklıyor, yapay zekâ üzerine çalışan şirketler algoritmalarının nasıl çalıştığını anlatan raporlar yayımlıyor.

Bununla birlikte çoğumuz, bir uygulamayı kullanmadan önce, verilerimizin nasıl toplandığını, işlendiğini ya da kimlerle paylaşıldığını tam olarak anlamadan yalnızca “kabul et” butonuna tıklamak durumunda kalıyoruz. Günlük hayatımızda kararlar almaya başlayan, bize kişiselleştirilmiş içerikler sunan yapay zekâ sistemlerinin hangi önceliklerle çalıştığını veya verilerin ne tür ön yargılar barındırdığını ise çoğu kez bilmiyoruz. Böylece şeffaflık, gerçek bir bilgilendirme olmuyor; bir formaliteye, pazarlama stratejisinin aracına dönüşüyor.

Şeffaflık taleplerimize formalite icabı karşılık veren teknoloji şirketleri, bu kez biz kullanıcılardan şeffaflık bekliyorlar. İşte bu yazıda ele aldığımız, eleştirel manada kullanılan şeffaflık talebi, bir kurumun hesap verebilirliğiyle ilgili beklentiden ziyade, bireyin mahremiyetinden feragat etmesini bekleyen kültürel bir baskıyı ifade ediyor. Şeffaflık Toplumu eserini kaleme alan Byung-Chul Han’ın işaret ettiği gibi, şeffaflık günümüzde adeta kültürel mecburiyet hâlini almış durumda. Başlangıçta olumlu çağrışımlar taşıyan bu kavram, zamanla bireyin sürekli görünür olmasını dayatan bir baskı aracına dönüşüyor.

İnsanların dijital dünyada var olması, paylaşım yapması, işlemlerini, günlük rutinlerini dijital mecralar üzerinden gerçekleştirmeleri bekleniyor. Böyle bir ortamda sessiz kalan, dijital iz bırakmayan kişi kolaylıkla “şüpheli” addedilebiliyor. Böylece şeffaflık toplumunda mahremiyetini koruyan kişi, güvenilmez ya da gizleyici olma ithamıyla karşı karşıya bırakılabiliyor. İşe alımlarda takipçi sayıları, sosyal medyadaki görünürlük, ölçütlerden biri olarak değerlendirilebiliyor.

Bu denklemde, bu baskıdan uzak durmak isteyenler, yani şeffaflık talebine karşı mesafeli duranlar, “gizleyecek bir şeyiniz yoksa endişelenmenize gerek yok” sloganı ile karşılaşıyor. Oysa bu söylem, mahremiyetin bir hak değil, ancak suçla ilişkilendirilebilecek, “şüphe veya zan” oluşturan bir durum olduğu imasını taşıyor. Zaten dijital kültürün beslediği en güçlü kabullerden biri, şeffaflığın “her zaman iyi, doğru ve ahlaki olduğu”dur. Ne var ki mahremiyet bilinci ve ölçülü bir şeffaflık, korunması gereken sınırların muhafazası, bu kabullerle çelişir ve çoğu zaman onları teşvik eden yapıların işine gelmez.

Şeffaflık talebi yalnızca mahremiyet açısından değil, aynı zamanda gözetim yapılarının güçlenmesi bakımından da sorunlar barındırıyor. Zira şeffaflık adına daha fazla veri toplandıkça, gözetim toplumunun kapıları aralanıyor. Görünürlük ve açıklık, çoğu zaman bireyin yararına değil; denetim ve kontrol mekanizmalarının hizmetine sunuluyor. Üstelik dijital dünyada şeffaflık çoğu kez tek yönlü işliyor: Kullanıcılar, platformlara neredeyse tüm verilerini açarken; bu verilerin nasıl kullanıldığı, kimlerle paylaşıldığı ya da hangi amaçlara hizmet ettiği konusunda sınırlı bilgiye sahip oluyorlar. Bu durum, şu temel soruları kaçınılmaz kılıyor: Şeffaflık kimin için? Ve ne adına?